Kendimizden Şüphe Duymayı Bıraksak?

Bu günlerde sürekli şunu düşünüyorum. Kendimizden şüphe etmeden yaşasak ne olurdu? Her zaman yaptığımızın doğru olduğuna ve olacağına inansak. Hani biraz da dindarların ”hayırlısı” terimi gibi. Ya gerçekten yaptığımız her şey bizim için o anda doğru olan ise? Tabiki bunu söylerken eroin kullanmaya başlamak, kontrolsüz ve bencilce hareketlerde bulunmak, ne bileyim birine kötülük yapmak gibi şeyleri kastetmiyorum. Bu hareketleri kimse, kendi içine bakıp, başkalarının ondan beklentilerini düşünmeden, korkup, utanıp, suçluluk duymadan, kendi kararı ile yapmaz bana kalırsa. İnsan kendi içerisinde hayatta kalma içgüdüsünü barındıran bir canlı. Böyle bir canlıyı yavaş intihar olarak da düşünebileceğimiz bir çok davranışa sürükleyen genellikle kendilik ve özdeğer problemleri oluyor. Kendine değer verip, aldığı kararların doğru olduğuna inanan, özgür ve özgün olma cesaretini gösteren hiç kimse kendisine göz göre göre zarar verecek olan davranışlarda bulunmaz. Ya da bunu alışkanlık haline getirmez.

Bilmiyorum. Ben de gerçekten emin değilim. Olamıyorum. Ben de kendimden çokça şüphe duyuyorum. Yıllardır öğretilenin tam tersini işaret ediyor bu gerçek çünkü. Bize aşılanan, insanın hazcı, tembel ve daima acıdan kaçınan bir varlık olduğu yönündeydi. Bu demektir ki, bir insanı kendisine hiç baskı yapmadan nasıl isterse öyle davranmasını söylersek gidip çok kötü şeyler yapmalı. Peki gerçekten böyle mi? Elbette toplumun kural ve sınırlarının insan davranışlarında büyük bir önemi ve düzen sağlayıcı etkisi var. Ancak bir birey olarak bizim ne istediğimize karşılık toplumun ve ebeveynlerin baskıcı sesi olunca özellikle de bizim gibi otoriter kültürlerde kendi sesimiz yok olup gidiyor. Günün sonunda çok çabalamış, kendini feda etmiş, ama olduğu, dönüştüğü insanı tanıyamayan bireyler oluyoruz. Dolayısıyla iç seslerimiz ve yaptıklarımiz arasında bir ahenk ve dengeden ziyade kendi kavramının yok olduğu, toplumda eriyip gittiği ve herkes teriminin içine karıştığı bir insan ortaya çıkarıyoruz.

Belki de bunu çocuklara davranışlarımıza uyarlasak daha iyi olur. Bir çocuk nasıl oluyor da kimse ondan yapmasını istemeden sürekli bir şeyleri keşfetmek istiyor? Biz çocuğu yetiştirirken ne yapıyoruz da bu merakı ve heyecanı köreltiyoruz? Yukarıdaki bahsettiğim kendimizden şüphe duymak bize yaptığımız hareketlerinin çok büyük bir kısmının sürekli yanlış olduğu öğretilmesiyle oluyor diye varsayalım. Örüntüyü görebiliyor musunuz? Ben, kendim, bir birey olarak bir şey yapmak istiyorum. Bir karar alıyorum ve bunu uygulamak için gereken gücü kendimde bulup harekete geçiyorum. Bu yaptığım hareketin nedeni ve sonucu tam olarak sorgulanmadan yanlış bulunuyor ve engelleniyor. Üstüne doğru olduğu iddia edilen, kime göre doğru olduğu şüpheli olan bir davranış öğretiliyor. Bu yalnızca bir çocuk için değil, yetişkin için bile açık bir mesajdır. Senin kendi isteklerinin, tercihlerinin ve hatta varlığının dünya için bir anlamı yok. Ancak ve ancak çevrenin ve toplumun senden beklediklerini gerçekleştirirsen bir değerin olur. Peki senin değerin nerede? Onay kaynağın nerede? Yaptıklarının doğru olduğunu nasıl anlarsın? Tüm bu soruların cevabı dışarısı, onlar. Ben ben olduğum için değerli değilim. Ben ancak benden istenenleri yapar, doğru kararları verirsem değerliyim. Bunun sonucunda oluşan mekanizma ise kendininden şüphe duyma (self-doubt).

Yıllardır işleyen ve bir şekilde bizi hayatta tutan bu ve bunun gibi mekanizmaları yenmek için tek yol sorunun kaynağına inmek. Bu doğru. Ancak eskiden bu yol yürünmeden ve yolun sonuna ulaşıp bu mekanizmayı kökünden söküp atmadan insanın pek bir şansı yok gibi düşünürdüm. Şimdi ise taklit etmenin gücüne inanıyorum. Biliyorum, içimizden gelen tam tersi. Kendine güvenmemek. Kararlarına güvenmemek. Geçmişte çok hatalar yaptığımızı ve gelecekte de batıracağımızı düşünmek. Tüm bu değersizleştirici düşünceler yerleşmiş ve kökünü kazımadan tamamen yok olmayacaklar. Ancak bu düşünceler yekpare bir şekilde bizi oluşturup tanımlamıyorlar. Bir insan aynı anda hep böyle düşünüp, hissedip, hem de bir an sonra kendini aldığı kararların doğruluğuna inandırabilir. Gerçekten inanmasa da taklit edebilir.

Bir denesek? İçimizden geleni gerçekten uygulamayı denesek? Gibi dizisindeki kişiliğini sıfırdan inşa etmeye çalışan İlkkan gibi davransak? Aklımızda kalmış ne varsa bir adım atsak? Önümüze çıkan fırsatların hep olumsuz yanlarını değil, olumlu ihtimallerine odaklansak? Kendimize inanılmaz bir değer vermeyi başaramasak, ama kendimizin inanılmaz değerli olduğu bir evrendeki versiyonumuzu hayal edip, o nasıl davranırdı onu hayal etsek?

Tüm bunları yapsak toplumun gözünde iyi ve başarılı bir insan olur muyduk bilemiyorum. Ama emin olduğum, daha güçlü, kendinden emin, özgür ve en önemlisi kendimiz olurduk. Topluma da çok güvenmeyin ha. Kendi ezberlerine ters davrandığınız için sizi yerin dibine gömmek yerine bir bakmışsınız ödüllendirmiş olabilir.

Geçmişi ve geleceğiyle kendinizi kabul edin. 

İçinizden gelen sese kulak verin.

Kendinizi sevin ve ona inanın.

Dünya dönmeyi bırakmasa da sizin için artık bambaşka bir yer olacak.

Kendinizle kalın.

10.09.2025

Benzer Yazılar