Lakaplar

Hiç okuduğunuz veya dinlediğiniz bir hayat hikayesinde yaşanan olaya üzülürken kendi hayatınızda daha kötüsünü yaşadığınızı farkettiğiniz oldu mu? Bu soruya benim kendi cevabım neredeyse her zaman evet. 

Bir podcast’te bir annenin kızına basit ama nispeten zararsız ve hakaret içermeyen bir lakap taktığını dinliyordum. Hikayeyi anlatan kadın, bu basit lakapların bile, çocuğun kendisini nasıl dışlanmış ve kabullenilmemiş hissetmesine aracı olduğunu ve bugün gülerek hatırlansa dahi zamanında ne kadar derinlere işlemiş olduğunu anlatıyordu. Onun adına üzülüp ne kadar haklı olduğunu düşünürken bir anda üzerimde bir ağırlık hissettim. Hey yavrum hey, unutmak insanın hem laneti hem de velinimeti…

Nasıl da o kadar kolay unutuverdim ne lakaplar ile çağrıldığımı? Nasıl da gömdüm derinlere hiç çıkarmamak üzere? Nasıl da bugün başkalarına üzülebilmeyi dahi başarabiliyorum?

İlk üzerime yapışan lakabımı babam dışında biri takmıştı aslında. Babamın şerefsiz arkadaşı Enver. Nereden uydurduğuna dair hala bir fikrim yok ama inek arabası derdi beni her gördüğünde.

Babam tarafında takılan ilk lakabım Uyuz oldu. Hani sürekli uyumsuzluk gösteriyorum ve rahatsız ediyorum ya ailedekileri, o hesap. Sonra ardından Keçi geldi. İnatçı, baş kaldıran, asla kendisine söyleneni yapmayan… Herhalde tamlamanın devamı olarak üretilmişti ki, kolayca birleşti ve Uyuz Keçi olarak devam etti zaman zaman. Annemin itiraz ettiğini ve çocuğa uyuz deme, keçi deme dediğini hatırlıyorum. Yazık, olmayan gücüyle kısa bir süre de olsa direnmeye çalışmıştı. Hayatta hiçbir konuda olmadığı gibi bu konuda da annemin uyarılarının babamın üzerinde bir gram bile etkisi olmadı. Hatta belki de bunu söyleyerek annemi de sinirlendiriyor olmak babamın hoşuna gitmiş bile olabilir. Bir taşla iki kuş…

İlkokul da ise daha az yaratıcı ve standart lakaplarım oldu. Ezik ve özürlü… En kötü an neydi biliyor musunuz? Bunların gerçekten doğru olduğunu düşünmek ve en derininde hissetmek. O kadar çok söylenince küçük bir çocuğun bunun etkisinden çıkması imkansız. Evet, haklıydılar. Eziktim tabiki, çünkü kendi babam en çok eziyordu zaten beni. O eziklik hissi ve aşağılık kompleksi kendini hayır ben ezik değilim şeklinde aşırı bir hassasiyet ve agresiflik ile dışa vuruyordu. Bu dalga geçme ve geçilmelerin nasıl işlediğini bilirsiniz. Biri gerçekten söylenenden alınıyorsa dalga geçen için zevkli olmaya başlar. Çünkü kendini bu şekilde daha üste taşıyabilir. Özürlü lakabı ise bizzat fiziksel olarak kendini kanıtlamıştı bana. Bir gün yakın bir arkadaşıma sorduğumu hatırlıyorum, neden özürlü diyorlar bana diye. Lakaplara sinirlenip söyleyen çocuğu kovalarken özürlü gibi göründüğümü söylemişti. Sonra gerçekten farkettim ki koşarken elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmiyorum ve saçma görünüyor. Hani sıradan olarak çok kolay yaptığınız bir hareketi insanların sizi izlediğini düşündüğünüzde o harekete odaklanarak nasıl yapamadığınızı hatırlayın. Dümdüz bir yolda yürümek bile zor hale gelir bizim gibiler için.